Yokuşları eskisi gibi rahat çıkamayınca mı anlar insan yaşlandığını? Yoksa haplarla vazgeçilemez o muhteşem yaşama tutunmaya çalışınca mı? Aynalara bakarken eski ışıltıyı kaybettiğini fark eder insan; o diri vücut yoktur artık, eski genç yüz hiç yoktur mesela. Kimi bu durumu sindiremez, tahammül edemez. Oysa daha dün gibi hatırlar, yaşlılarla dalga geçtiği günleri…
Yaş alınmıştır, yol gidilmiştir. Çizgili alınlar yaşlılığın imzasıdır; bel ağrıları, tutmayan ayaklar da cabası. Ve biz, kabullensek de kabullenmesek de olması gereken olmuştur.
Vadesinin sonlarına gelmişse insan, bunu kabul edip sindirmeli, üzerine en soğuğundan bir bardak su içmelidir. Ama belki de bu yaşların en büyük güzelliği tecrübedir. Dünyaya daha geniş bir perspektiften bakabiliyoruzdur artık, ufkumuz genişlemiştir. Yani illa ki yaşlı bedenin içinde bir parça heves kalmıştır. O heves neye meyilliyse, ona daha da sıkı sarılıp son bir çabayla maçın uzatmalarının keyfini çıkarmalı. Zira son dakikaların ayrı bir heyecanı vardır—maç henüz bitmemiştir. Belki de Azrail’e son çalımları atıyoruzdur…