Bu konuyu neden seçtim biliyor musunuz? Çünkü artık bir şeylerin eksildiğini hissediyorum. Sadece ben değil, hepimiz… Ama çoğumuz bunun ne olduğunu tam olarak dillendiremiyoruz. Gün geliyor bir kelimeyi hatırlayamıyoruz, bir deyimin anlamı unutuluyor, bir gelenek sadece “bir zamanlar vardı” cümlesiyle anılıyor. Kültür dediğimiz şey bizim kim olduğumuzu anlatan o görünmez bağ her geçen gün biraz daha inceliyor, biraz daha kopuyor. Ve biz, fark etmeden alışıyoruz bu eksik hayata.
Bu konu benim için hassas çünkü bu sessiz gidişe tanık olmak yürek burkuyor. Sanki elimden kayıp giden bir çocukluk fotoğrafı gibi… Tutmak istiyorum, ama her şey çok hızlı değişiyor. Biliyorum, değişim kaçınılmaz; ama bu değişimin içinde kendimizi tamamen kaybetmek zorunda değiliz. Hatırlamak, sahip çıkmak, aktarmak… Bunlar bizim elimizde.
Artık çocuklar “bayramlık” giymiyor. Onlar için bayram; indirim kodu, online kutlama, belki bir dijital hediye. Oysa bizim zamanımızda bayram, günler öncesinden başlardı duvarda takvim yaprağı çevrilir, kalpte kıpırtı başlardı. “Geldi mi o eski bayramlar?” diye sormuyorum bile. Çünkü gelmedi. Ve belki de bir daha gelmeyecek.
Ben bayramı sadece şeker ya da kolonya olarak hatırlamıyorum. Bayram, anneannemin yaptığı ev baklavası; dedemin alnıma koyduğu öpücük; Giyilen en güzel elbiseler, toplanan bayram harçlıklarıydı. Herkes birbirinin evine girerdi, hem de tereddütsüz… Şimdi kapılar otomatik, kalplerse manuel. Açılmıyorlar kolay kolay.
Bizi bir arada tutan o görünmez ipler vardı; adına “gelenek” dediğimiz. O ipler zamanla inceldi, düğümleri çözüldü. Kimi hâlâ elinde tutuyor ama çoğumuz çoktan bıraktık. Fark etmeden yalnızlaştık. Oysa gelenek, sadece geçmişin hatırası değil; geleceğe tutunma biçimiydi.
Bayramlar bitmedi belki ama… biz bayram olmayı unuttuk.
Bir kelime vardı mesela: “Gönül.” Eskiden biri “gönlüm razı olmadı” dediğinde, orada bir merhamet, bir insanlık vardı. Şimdi yerine ne geçti? “Uygun bulmadım.” Biraz soğuk, biraz yavan. Gönül gitti, insan da biraz gitti.
Diller kaybolmaz aslında, insanlar onları terk eder. Her susuşta, bir kelime daha düşüyor.
Oysa bir milleti ayakta tutan şey, sadece toprağı değil; dilidir. Biz şimdi sessizce kelimelerimizi toprağa veriyoruz. Ve ardından ne bir mevlit okunuyor… ne de bir Fatiha.
Bir türkü sustuğunda, sadece ezgi değil; bir köy, bir aşk, bir sabır da susar. Eskiden her melodide bir hayat gizliydi. Şimdi sadece ses var, anlam yok.
Ana eliyle dokunmuş bir kilimin deseninde, bir yörük kadının hikâyesi saklıydı. El emeği, göz nuru dedikleri şey artık nostaljik bir vitrin süsü. Usta çırak ilişkisi YouTube kanalına döndü. Müzik algoritmalarla, sanat algoritmalar için var.
Ve biz…İşitsel hafızamız, görsel zevkimiz, ruhumuzun sesi yavaşça siliniyor.
Eskiden sanat insan içindi. Şimdi insan, sanatın içini boş bırakıyor. Bir zamanlar sesimizdi bu toprakların türküsü. Bir dert dökme biçimi, bir iç dökme haliydi. Şimdi sustu o ses. Ne sokaktan geçen bir bağlama duyuluyor, ne bir türkü tutturuluyor.
El işçiliği bir sabır sanatıdır; ama sabır da unutuldu. İğneyle kuyu kazan ustalar yok artık, yerine seri üretim geldi. Her şey “hemen” olsun istiyoruz oysa kültür, hızla değil emekle yaşar.
Ne bir nakışta sabır kaldı, ne bir ezgide hüzün. Oysa bunlar bizim parmak izimizdi.
Çünkü kendimizi, kendimize ait olanı, çoktan unuttuk.
Bir zamanlar, mahalleler bizim için bir dünya gibiydi. Her köşe başında bir hikâye vardı; her kapı, her pencere bir selamı beklerdi. Şimdi ne kaldı? Betonlar, araçlar arasında yalnızlık… Artık kimse birbirin çocuklarına “bana bir ekmek alır mısın” demez.
Eskiden sabahları herkesin aynı sokakta yürüdüğü, akşamları herkesin bir arada olduğu bir yerdi mahalle. Şimdi her biri evinin içine kapanmış, dışarıda kimseyi görmüyor. İnsanlar birbirini değil, ekranları izliyor. Ölümünde ve düğününde ilk destek veren daima mahalleliydi.
değişen dünyaya ayak uydurduk belki ama… Kaybettiklerimizi fark etmiyoruz.
Mahalle kokusu, sokak ruhu ve dayanışması kayboldu.
Sonunda, geriye sadece kaybolan bir zamanın hatırası kaldı. Kültürümüz, bir akor gibi, bir zamanlar çaldı; ama şimdi sessizlikte yankı yapıyor. Belki de kaybettiğimiz şey, sadece geçmişimiz değil; kimliğimizi, insanlığımızı, birbirimize olan bağlılığımızı kaybettik. Nihayetinde, zamanla birbirimizden uzaklaşırken, her bir kayıp, bir kırılma noktasına işaret ediyor. Hem özlüyoruz, hem kaybediyoruz… Ve belki de, kaybettiklerimizi bulmak için, önce kendimizi yeniden hatırlamalıyız.
En derin gelenek, en eski değer, bir toplumun en güçlü dayanağı, içindeki insanlıkla var olur. Kültürümüz, bizden önce var olanlardan çok daha fazlasıdır; o, bizlerin geleceğe bıraktığı izdir. Ve belki de, kaybolanları bulmak için ilk adımı atmamız gereken yer, içimizdeki o eski ve değerli anlamdır.
Berrin KUPİK