Bir ışık parlamasıyla başlıyormuş yaşam; bitince de yine bir ışığı görüyormuşuz.
Yaşlanan insanların zamanla ruhlarının da bebeksileştiği söyleniyor.
Bir döngüden başka bir döngüye kayıyor ruhlarımız.
Kısa bir ara yaşanıyor hani yaşam…
Madem kısa bir süre zarfında yaşıyoruz,
neden hiç ölmeyeceğimizi sanıyor,
bu bedenin bu ruhtan ölümsüz besleneceğini düşünüyoruz?
Kendimizi Himalayalardan yüksek gören egomuza ne oluyor?
Anlık veya uzun süreli hırslarımıza “sus” deme cüretini neden kendimizde bulamıyor,
bu cesareti gösteremiyoruz?
Sonsuz arzularımıza gem vuramıyoruz oysa.
Daha nice insanı berbat duygularla köreltiyoruz bu yaşamımızda.
Herkesi eleştiriyor, en iyisi bizmişiz havasıyla dolaşıyoruz.
Her olayda kendimizi haklı buluyor ve ne yaparsak yapalım
kendimizi en iyi insan olarak tanımlıyoruz.
Ahlaktan, erdemden, onurdan ve gururdan dem vuruyoruz hepimiz.
Madem öyle, herkes mükemmelse,
o zaman neden konuşmalarımız ve hayatlarımız hatalardan, kusurlardan ibaret?
Neden yaşamın basit bir bilmece olduğunu idrak edemiyor,
bu bilmeceyi çözeceğimize, bir domuz gibi zevk alırcasına çamura bulanıp duruyoruz?
Bilemiyorum…
Kendimizi bu denli önemli görecek kadar bizi körelten nedir?
Kartallar gibi yüksekten uçmayı marifet bilmek ne kadar doğru, ne kadar gerçekçi?
Bilemiyorum…
Çözemediğim için daha da bilemiyorum; çıkamıyorum bu felsefemin içinden.
Bu kusurların içinde bulunan benim de aslında…
Ama kendimi bile tanıyamıyor, yaradılışıma verip susmaktan başka çare bulamıyorum.
Çünkü her ne yaparsam yapayım, cevaplarını bir insan olarak ben bile bilemeyeceğim.