KIRMIZIDAN BEYAZA: UTANCIN BEYAZLAMASI

Yayınlama: 15.07.2025
17
A+
A-
HAYATTIN LABİRENTİNDE Sanat, Felsefe, Edebiyat, Kültür ve Yaşam. Yazar, Şair, Ressam, Yaşam Koçu

UTANMAYI UNUTTUK, PEKİ YA SONRASI
Yüzümüz Kızarmıyor Artık
Bunu neden yazıyorum, biliyor musunuz? Çünkü içimde bir yerlerde, her şeye rağmen utanan bir taraf hâlâ var. Yüzler kızarmıyor, kalpler kendi sesini bile duymak istemiyor. Yanlışı savunmak marifet, ayıbı unutmak olağan hâle geldi. Ve o taraf, bu suskunluğu artık taşıyamıyor. Yanlış yaparken bile pişkinliğin sıradanlaşması, maalesef vicdanın sesinin kısılması…
Vicdanın sesi sustuğunda bile kimsenin yüzünün kızarmadığı bir devirde yaşıyoruz. O küçücük çocukların ağzına hiç yakışmayan kaba ifadeler sokaklarda yankılanıyor. Henüz çocuk olduklarını bile unutacak kadar ağır kelimeler, küçük ağızlardan dökülüyor. Sosyal medyada ise herkes birbirini ezerek doğruluğa soyunduğu o gürültüde kayboluyor. Bütün bunlar, sessizce içimizde çürüyen bir şeylerin habercisi.
Belki birçok insan benim gibi bu durumdan rahatsızdır, belki de birçok insan farkında bile değildir. Belki de bu konuda fazla hassas davranıp abartıyorum. Ama susarsam, ben de o çürümeye ortak olacağım gibi hissediyorum. İşte bu yüzden yazıyorum. Yazmazsam, görmezden gelmiş olacağım.
Eskiden küçük bir hata yaptığımızda, annemizin bakışı yanaklarımızın kızarmasına yeterdi. Bir komşunun sitemi, bir öğretmenin uyarısı… Utanmayı öğrenirdik, yanlışımızı bilir, insan kalmanın yolunun hatalarımızla yüzleşmekten geçtiğini anlardık. Şimdi kimse yanlış yaptığında yüzünü buruşturmuyor, başını öne eğmiyor, içini yoklamıyor. Ayıp, ekran başında izlediğimiz bir haber kadar uzak; utanç ise ancak bir başkasının başına geldiğinde ilgimizi çeken bir ayrıntı kadar değersiz.
Bunu yazıyorum çünkü utanmak kötü bir şey değildir. Bizi insan yapan, kalbimizi diri tutan, doğru ile yanlışı ayırmamızı sağlayan son kırmızı çizgilerimizdendir. O çizgiler silinmeye başladı, hem de hiç farkına varmadan. Ve eğer yüzümüz kızarmıyorsa, kaybettiğimiz şey yalnızca bir yanlış değil; belki de insanlığımızın kendisidir.
Kızarmayan Yüzlerin Zamanına mı Girdik?
Etrafımızda suskun ama utanmadan davranan bir kalabalık var. Herkes görüyor, biliyor, ama çoğu kimse rahatsızlık duymuyor artık. Çünkü utanmak kaybolduğunda, insanın kendisi de kaybolur. En korkuncu da bu belki: Kızarmayan yüzlerin zamanına girdik ve farkında bile değiliz.
Umarsamazlık Çağında, Duyarlı Yürekler
Elbette herkesi aynı kefeye koymak haksızlık olur. Hâlâ kalbinde ince bir utanç taşıyan, çocuklarına doğruluğu, saygıyı ve vicdanı öğreten nice insan var. Ancak, bu değerlerin zayıfladığı ve utancın yerini umursamazlığın aldığı bir gerçek. Artık inkâr edemeyiz; bu değerlerin kaybı sessizce ama hızlıca çoğalıyor.
Her konuda olduğu gibi, utanma eşiğinin düşmesi de toplumsal kaliteyi aşağı çekiyor. Bu duygu erozyonu, bizi içten içe yıpratmaya devam ediyor. Eğer bu gidişata dur demezsek, geleceği örseleyebiliriz. Duyarlı bir insan olarak, bizden sonra gelecek çocuklar için endişeleniyorum. Eminim ki benim gibi birçok kişi de bu sessiz üzüntüyü taşıyor. İşte bu yüzden bu konuya parmak basmak istedim. Çünkü sadece kendi adıma değil, geleceğin nesilleri için de duyduğum kaygıyla dikkat çekmek istedim. Eminim, bu çağrıya kulak verecek çok kişi var.
Utanç Eşiği Düştü
Utanılması gereken yerde, utanılan o sınır artık o kadar geriledi ki doğru ile yanlışı ayıran duygular suskun kaldı. Utanma hissi bir köşeye çekildi, sessizlik çoğaldı. Kırmızıya boyanan yüzler yerini donuk bakışlara, içe kapanmış duygulara bıraktı. Böylece kaybettiklerimiz yalnızca utanmak değil; kaybolan insanlığımızın sessiz çığlığı oldu.
Utancın Sonunda Büyüyen Sessizlik
Bazen utanmak bile bir çığlıktır; insanın kendine attığı sessiz bir çığlık. Ama ne zaman ki utanacak hâlimiz de kalmaz, işte o zaman korkulması gereken sessizlik başlar. Dışarıdan kimse duymaz belki ama insan kendi içindeki suskunluğu iyi bilir. Çünkü utancın sustuğu yerde vicdan da konuşmayı bırakır. Geriye ise derin, rahatsız edici bir sessizlik kalır; neyi kaybettiğimizi bile hatırlatmaz hâle gelen bir sessizlik…
Ayıplarımıza Alıştık mı?
Eskiden bir yanlış toplumun nazarından kaçmaz, “ayıp” sayılırdı. “Ayıp, çok ayıp!” sözünü sıkça duyardık. Artık bu duyumlar azaldı. Şimdi ise gözlerimizi kapatıp görmezden geliyoruz. Kötü alışkanlıklar, saygısız davranışlar, vicdansızlıklar sanki normalleşti; üzerimize yapışan lekeler gibi sessizce kabulleniyoruz.
Eskiden titrer, gizlerdik onları; şimdi ise göğsümüzü gere gere yanlarında yürüyoruz. Kendimize şunu sormalıyız: Ayıplarımızla yaşamaya mı alıştık, yoksa artık onları ayıp olarak bile görmüyor muyuz?
Ayıp Kime Ayıp?
Dilimizde kalmış bir kelime gibi “ayıp”. Eskiden ayıp, herkes için ayıptı. Şimdi kimin umurunda? Yanlış yapan kendini haklı çıkarmakla meşgul, seyreden ise görmemekle. O kadar çok şey normalleşti ki artık kimse kendine dönüp sormuyor: “Bu yaptığım ayıp mı?” Yoksa ayıp, sadece başkasına yakalanınca mı ayıp oluyor?
Belki de asıl soru bu: Ayıp kime, gerçekten ayıp neye ayıp? Yoksa ayıbın kendisi mi yalnız kaldı?
Duyarlılık Toplumun Kayıp Değeri Olmamalı
Toplumun ruhu, bireylerin birbirine gösterdiği özenle ölçülür. Duyarlılık azalırsa ilişkiler donuklaşır, insanlar birbirinden uzaklaşır. Bugün duyarlılık giderek azalıyor ve bu kayıp, yalnızca bireyleri değil, tüm toplumun geleceğini tehdit ediyor.
Unutmamalıyız ki duyarlılık olmadan topluluk olmak mümkün değildir.
Utanmanın Tükendiği Aile ve Toplum Olmayalım
Utanmak, insanın vicdanının en doğal göstergesidir; yaptığı yanlışların, hataların farkına varmasıdır. Ne yazık ki, bu duygu yavaş yavaş eriyor. Aileler, çocuklarına utanmayı öğretmek yerine bazen hatalarını görmezden geliyor; toplum ise bu sessiz tavrın bedelini ağır ödüyor.
Bir birey, ailesinde öğrenmediği utanma duygusuyla dış dünyada yolunu kaybeder. Çünkü utanma, sınırlarımızı çizer; nerede durmamız gerektiğini, hangi davranışların kabul edilemez olduğunu gösterir. Aileler bu temel duyguyu aşılamadığında, çocuklar cesareti yanlış anlar, saygısızlığı özgürlük sanır.
Toplumun dokusu, ailelerin sorumluluğuna bağlıdır. Utanmanın tükenmesi yalnızca bireylerin değil, toplumun da sağlığını tehdit eder. Çünkü utanma olmadan vicdan sessizleşir, saygı azalır, sorumluluklar unutulur.
Bu yüzden “utanmanın tükendiği aile ve toplum olmayalım” demek, gelecek nesillere sağlam, vicdanlı ve saygılı bir toplum bırakmak demektir.
Unutmayalım ki, utanmak yalnızca bir duygu değil; insanlığın, ahlakın ve sevgimizin en sessiz ama en güçlü bekçisidir.
Yarım Kalan Duygulara Dokunmak
Utanmak ve vicdan, toplumun yitirdiği en değerli hazinelerden. Bu duyguları yeniden canlandırmak, kendimize ve gelecek nesillere karşı en büyük sorumluluğumuz. Küçük bir farkındalık, büyük bir değişimin başlangıcı olabilir.
Köklerimiz Sağlam, Umudumuz Büyük
Toplum terbiyemizin kökleri aslında sağlamdır. Yüzyıllardır paylaştığımız değerler, saygı, sevgi ve sorumluluk duygusu güçlü bir temel oluşturur. Ancak zamanla yaşadığımız deformasyonlar bu köklere zarar verdi, bizi zayıflattı. Fakat unutmamalıyız ki hâlâ duyarlı bir toplumuz; bu topraklarda vicdan ve empati hâlâ yaşıyor.
En büyük gücümüz, sorunları dışarıda aramak yerine önce kendi içimizde fark edip, bireysel bir çabayla ailemizden başlayarak topluma yaymaktır.
Unutmayalım, utanmayı unuttuğumuz gün, insan kalma şansımızı da kaybederiz.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.