KALBİN TAKVİMİ YOK, AŞKIN YAŞA ALDIRMAYAN HALLERİ VAR

Yayınlama: 02.06.2025
19
A+
A-
HAYATTIN LABİRENTİNDE Sanat, Felsefe, Edebiyat, Kültür ve Yaşam. Yazar, Şair, Ressam, Yaşam Koçu

Bu satırları yazarken biliyorum ki, dünyanın neresinde olursa olsun, bu yazıya göz gezdiren herkesin kalbinde bir iz ya da izler vardır. Belki yarım kalan bir bakış, belki içini hâlâ ısıtan bir anı, belki de adını hâlâ duymaktan kaçtığı bir kişi… Aşk, hepimizin yoluna çıkıyor bir gün, bir şekilde.

Gençken çılgınca kapıldığımız o heyecan, yıllar geçtikçe yerini sessizce bekleyen bir sadakate bırakır. Ama yaş kaç olursa olsun, o duygu hep orada; biçimi değişiyor sadece.

Aşk, yalnızca bir dönemin değil; bir ömrün hikâyesidir. Gençlikte yazılır ama yaş aldıkça anlam kazanır. Yıldönümlerinde değil, sıradan günlerde gösterilir. Ve en kıymetlisi, her yaşta başka bir haliyle ama hep aynı yerde, kalpte yaşanır.

İşte, tam da bu yüzden, aşkın her yaşta başka bir suretiyle karşımıza çıkışını konuşmaya değer.

Gençlikte aşk, fırtına gibi gelir, kapıları çarpar. Kalp, düşünceden, mantıktan daha öndedir. Duygular hep gürültülüdür. Sevgi bazen bir bakışta başlar, ama kırgınlık da bir mesajla biter. Hızlı gelir, sert eser ve geçip gider. Ama işte o fırtınaların ortasında bile hissedilenler daima gerçektir. Çünkü gençlikte ki aşk, biraz da kendini aramak, eksik yanlarını bir başkasında tamamlamaya çalışmaktır.

Oysa gençlikte fırtına gibi gelen aşk, yaş aldıkça usulca gelir bir bakışta, bir elin sıcaklığında, “bugün nasılsın?” sorusunda gizlenir. Bedensel ve ruhsal olgunluğa ulaştıkça aşk sessizleşmez; sadece daha derinden konuşur. Ve işte bu yüzden, aşkın yaşı yoktur ama her yaşta da kendine has hali vardır. “Bence buna şöyle diyelim: Kalp, yaşla değil, hissettikleriyle ölçülür. Her duyguda biraz daha gençleşir, biraz daha güzelleşir.

Aşkın,  delice ve  sorumsuzca yaşandığı zamanlarda ki aşk;  telaşlı, tutkulu,  aceleci ve heyecanlı. Henüz neye “aşk” denir tam bilinmez ama eksik hissedilen her şey aşk sanılır. Bu yaşlarda sevgi, biraz da kendini bulma arzusudur. Göz göze gelince başlayan fırtınalar, iki gün konuşmayınca kaprisle, küsmeyle biten hikâyelerler…

Belki de biz daha cesurduk… Çünkü kelimeler hazır değildi, cümleler bize aitti. Ve evet, bizimkiler klavye aşkı değildi. Parmaklarımız değil, kalbimiz yazardı cümleleri. O zamanlar aşk, beklemeyi severdi; şimdi ise cevap gelmezse bildirimi suçluyoruz.  O zamanlar aşk mektup gibi saklanırdı, şimdi ise ekran kaydı gibi silinip gidiyor. Bir zamanlar kalp konuşurdu, şimdi çoğu aşk yazım denetimine takılıyor maalesef.

Belki de bu yüzden genç âşıklar, ayrılığı büyütür, kavuşmayı abartır. Çünkü o yaşta kalp, ilk defa anlatmaya çalışır kendini. Biraz bağıra çağıra, biraz abartarak ama hiç olmayacak kadar da içten.

Bugünün yetişkinleri, gençlerin aşklarını hep hafif bir tebessümle anımsar. Sanki o heyecanlar bizim başımızdan geçmemiş gibi… Biraz çocuksu, biraz abartılı gelir ama derinde bir yerlerde hâlâ ne kadar da kıymetli duygular olduğunu bilerek. Çünkü biz, aşkı mesajla bitirmezdik. Günlerce içimize atar, geceler boyu düşünüp bir bakışı çözmeye çalışırdık. “Seviyorum” demek, bir ekranın ucundan değil, bir çift gözün içine bakarak söylerdik.

Yetişkinliğe eriştikçe aşk, paylaşmanın ağırlığını taşımaya başlar. Hayat artık daha gerçek, sorumluluklarla doludur. Aşk; sadece güzel anlar değil, birlikte çözüm bulabilmektir. Akşam eve dönerken alınan ekmekle kendini gösterir. “Bazen en derin anlam, büyük sözlerde değil; tek kelime etmeden ‘buradayım’ duygusunu hissettirebilmekte saklıdır. İşte o, ruhu en çok besleyen şeydir.

Yaş aldıkça aşk, daha sade ama daha derin olur. Belki el ele tutuşmak, bir kahve içerken, yanında oturup sessizce gülümsemek olur aşkın yeni hali. O kişinin yanında kendin olabilmek, susarken bile anlaşılmak önem kazanır. Gençlikte heyecan ararken, şimdi huzur aranır. Ve belki de bu yüzden, olgunlukta gelen aşk, en samimi olanıdır.

Ama biz aşkı çoğu zaman sadece gençliğin meselesi sanırız. Oysa kalbin yaşı yoktur. Ne ilk kalp çarpıntısını sadece yirmilerde yaşar, ne de son kıvılcımını ellilerde kaybeder. Çünkü aşk, takvime bakmaz; zamana değil, insana bağlıdır. Her yaşta başka bir dil konuşur ama her zaman aynı duyguyu yaşatır. Sevilmeyi, anlaşılmayı, unutulmamayı…

İşte bu yüzden, bu yazım sadece bir köşe yazısı değildir.  Aynı zamanda, olgun yaşlarda ki aşkın farklı hallerini birlikte hatırlamaktır: Aşk, yaşla kaybolmaz; aksine zamanla anlam kazanır. Gençlikte coşar ama olgunlukta derinleşir. Her yaş, kendi aşkını yazar. Kimi yüksek sesle, kimi fısıltıyla… Şimdi düşündüm de…belki de aşk, aslında yaşla birlikte kendini daha güzel anlatıyor. Aşkın yaşı, sadece takvimde değil, insanın içinde büyüyen bir yaş. Kimisi on yedisinde başlar sevmeye, kimisi ellisinde, kimisi ilk kez utanarak tutar bir eli. Çünkü aşk, zamanı dinlemez; kalbin hazır olup olmadığına bakar.

İtiraf edelim, gençlikteki aşk, adeta biraz Hollywood filmi, biraz da Türk filmi gibi.  Ama yaş aldıkça daha çok belgesel kıvamında…çünkü aşk, zamanla gösterişli sahnelerden, içten diyaloglara geçiyor. Ama ne yalan söyleyelim, belgeselin sonu genellikle daha uzun soluklu oluyor.

Şimdi düşündüm de…belki de aşk, aslında yaşla birlikte kendini daha güzel anlatıyor Yaş aldıkça usulca gelir; bir bakışta, bir elin sıcaklığında, bir “bugün nasılsın?” sorusunda gizlenir. Yine yaş aldıkça aşk sessizleşmez; sadece daha derinden konuşur. Ve işte bu yüzden, aşkın yaşı yoktur ama her yaşta kendine has bir hâli vardır. Bazen yılların içinden süzülerek gelen bir dinginlik gibi durur karşında. Ne zaman gelir, nasıl büyür, kimde filizlenir bilemezsin. Kırışıklıkların arasına saklanmış bir tebessümde de olabilir. Aşk, yaş sormaz; sadece yerini arar. Çünkü o his, ne bedenin gücüne ve ruhuna bakar ne de kalbin kaç kere kırıldığına. Hâlâ kalp çarpabiliyorsa, hâlâ biri mutlu ediyorsa, işte oradadır. Yaş sadece rakamdır; hissedilen her sevgi yeni bir başlangıç. Ve aşk, her yaşta farklı konuşur ama hep aynı yerden vurur insanı: İçten, derinden, zamansızca

Zamanla, yaşla birlikte anlayış da evrilir. Gençliğin “Benim dediğim olsun!” yaklaşımı, yerini “Senin dünyana da adım atarım” cömertliğine bırakır. Çünkü gerçek aşk, karşıdaki insanı değiştirmeye çalışmak değil, onunla birlikte değişebilmeyi göze almaktır.

Çünkü aşk, artık sadece heyecan değil; huzurdur, sadakattir, sabırdır.

Yaşamımızın sonunda, hepimizin anlatmaya değer bir aşkı olur. Çünkü aşk, yalnızca bir dönemin değil; bir ömre yayılan duyguların adıdır. Kimimiz için bir anı, kimimiz içinse hayatı sessizce paylaşan bir yol arkadaşlığıdır.   Berrin Kupik

 

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.