Bazen bir insanlık dersi, kürsüde değil; bir okul bahçesinde, küçük bir elin topa uzanışında saklıdır.
Ne alkış vardır o anda, ne de büyük cümleler. Ama oradadır insanlık. Sade, sessiz ve unutulmaz.
Geçen gün okuduğum bir hikâye beni tam da bu sessizliğin ortasına götürdü.
Hiç, birinin küçük bir iyiliğiyle insanlığa olan inancınızın yeniden yeşerdiği oldu mu? Benim oldu.
Bir baba, özel gereksinimli oğlu için yaptığı konuşmayla sadece salondakileri değil, dinleyen herkesin kalbini değiştirdi.
Her gün dünyaya biraz daha alışıyoruz; aceleye, kayıtsızlığa, hatta umursamamaya…
Ama bazen bir hikâye çıkar karşımıza; öyle sade, öyle derin ki, insanın içini silkeler.
Bazen insanlık dersleri en beklemediğimiz yerde karşımıza çıkar: bir oyun sahasında, bir çocuğun gülüşünde, sessiz bir destekte.
Ne öğretmen vardır orada, ne de ders kitabı; sadece kalbini unutmamış insanlar ve küçük bir mucize…
Bu olay, Amerika Birleşik Devletleri’nde, özel gereksinimli öğrenciler için düzenlenen bir okul etkinliğinde yaşandı.
Sadece bir beyzbol maçı değildi; insanlığın kendini hatırlatma anıydı.
Ve bana, bazen küçük bir iyiliğin dünyaları değiştirebileceğini bir kez daha gösterdi.
Babanın Hikayesi:
“Benim oğlumun adı Herbert. Tanrı’nın hiçbir şeyi sebepsiz yaratmadığını biliyorum. Ama uzun yıllar boyunca Herbert’in neden böyle olduğunu anlamaya çalıştım.”
Salon sessizleşti. Babasının sesi titreyerek devam etti:
“Bir gün okuldan sonra çocuklar beyzbol oynuyordu. Herbert kenarda duruyor, sadece izliyordu.
Sonra bir çocuk cesurca sordu:
— Herbert, bizim takımda oynamak ister misin?
O an Herbert’in gözlerindeki ışık, beni çok etkiledi. Takım formasını giydirdiğimizde sahaya adım attı ve herkes onunla birlikte oynadı.
Karşı takım topu ona öyle attı ki, yakalayabilsin. Arkadaşları bağırıyor, elinden tutuyor, yön gösteriyordu. Top defalarca elinden kaydı; ama her seferinde başka bir çocuk onu geri getirdi.
Artık oyun kazanmak ya da kaybetmekten çıkmıştı; sadece Herbert’e ilk defa yaşayacağı bir mutluluğu kazandırmaktı. Arkadaşlarından biri bilerek topu biraz uzağına attı.
Çocuklar ve izleyen herkes bağırmaya başladı:
— Koş Herbert, koş!
Herbert, nefes nefese, çok zorlanarak da olsa topa ulaştı. Top son kez eline geldiğinde herkes durdu.
İşte o an müthiş bir tezahurat koptu. Herbert ellerini havaya kaldırdı, bugüne kadar hiç olmadığı şekilde bağırarak gülerek mutlu oldu.
Tüm çocuklar Herbert’i kucakladı; sanki dünya kupasını kazanmış gibiydi.
Babası gözyaşları içinde seyrediyor, arkadaşları ise Herbert’e belli etmeden ağlayarak oyuna devam ediyordu.
“Bu maç sadece kazanmak için değildi; kalplerin kazandığı bir oyundu.”
O gün sahada bir oyun oynanmadı; bir mucize yaşandı. Kazanan kimdi, biliyor musunuz?
Ne benim oğlum, ne de çocuklar. Kazanan insanlıktı.
Çünkü kalplerin skor tabelası yoktur.
Herbert, bu anıyı ölene kadar sakladı.
Hiç görmediği bir şeyi, başkalarının sevgi dolu katkılarıyla yaşamıştı; o gün yaşadığı mutluluk, hayatı boyunca ona güç ve umut verdi.
Herbert bir sonraki yazı görememişti, ama o günü asla unutmadı, kahraman olduğu günü.
O gün, çocuklar kazanmaktan vazgeçip dünyaya sevgi, insanlık ve şefkat dersi verdiler.
Kazanan sadece oyun değil, insanlığımızın kendisiydi.
Bize hatırlatıyor ki, bazen insanlığımızı kaybettiğimizi düşündüğümüz anlarda, böyle küçük mucizelerle tekrar görebiliyoruz.
Not: Bu olay, ABD’de bir özel gereksinimli okulda yaşanmış, gerçek bir baba-oğul hikâyesidir.
Hikâyenin detayları farklı kaynaklarda farklı versiyonlarla anlatılsa da özü değişmez: empati, iyilik ve insanlık hâlâ yaşıyor.
Maçın skoru:
Kazanan sadece oyun değil, insanlıktı; bazen bir çocuğun sahaya adım atışı, bize onu hatırlatmak için yeterlidir.