“Bir şiir değil, kendime tutulmuş bir ayna gibi…”
Sessizce ve derinden dokundu bana. Ne tam bir şiirdi, ne klasik anlamda bir yazı. Ne bir dua diyebildim, ne de bir öğüt. Ama her cümlesi sanki kalbime mısra mısra iniyordu. Onun adını koymaya çalışmadım. Onun yerine, ben onda ne bulduğuma baktım.
Bana göre bu bir şiirdi. Çünkü kelimeler değil, duygu konuşuyordu. Biçim değil, mana ağır basıyordu. Her satırı, içimde bir kırığın yerini buldu. Sustuklarımı işitti, dokundu ve beni konuşturmaya zorladı.
“Bana bir kurban olarak gelirsen, seni desteklemeyeceğim,” diyordu ilk cümle. Orada durdum. Çünkü bu, yıkmak için değil; ayağa kaldırmak için söylenmiş bir söz gibiydi. Ardından gelen satırlar bir yolculuğa çağırdı beni. Kendi karanlığımdan geçmeye, içimdeki ateşte yanmaya ve bir başkasının bana eşlik edebileceğine yeniden inanmaya…
Bu şiirin yazarı kesin olarak bilinmiyor. 2020’li yıllardan itibaren bloglarda ve spiritüel platformlarda anonim olarak paylaşılmış. “İnka Rahibesi” gibi ifadeler geçse de, tarihsel ya da akademik bir kaynağa dayanmıyor. Ben bu metni, bir ritüel duası ve bir şamanın niyeti olarak okudum. Belirsizliği ise ona özgün bir anlam ve kutsallık katıyor.
Bu satırları paylaşmak istedim. Çünkü bazen bir yazı, bir şiir ya da yalnızca bir cümle, bizim yerimize konuşur. Bazen bir ifade, başkasına değil, tam da bize yazılmış gibidir. Ve bazen de adı şiir olmasa da, bir metin bizi en derinden etkileyen şiire dönüşür.
Paylaştığım bu şiir belki sizde de aynı etkiyi yaratır. Belki siz de okurken kendi yolculuğunuzdan izler bulursunuz. Belki bu satırlar size de bir “şamanın nefesi” gibi dokunur.
Şamanın Nefesi
Bana bir kurban olarak gelirsen,
Seni desteklemeyeceğim.
Ama acının içinden geçerken,
Seninle yürüyeceğim.
Seni ateşe koyacağım,
Yüklerinden arındırmak için.
Toprağa oturacağız,
Rüzgarla temizleneceğiz,
Suyla yıkanacağız.
Öfkeni, korkularını
Ve içindeki ağırlıkları bırakman için
Seni çağıracağım.
Alnına üfleyeceğim,
Zihnindeki gölgeler dağılacak.
Boğazına üfleyeceğim,
Kalbindeki kelimeler özgürleşecek.
Kalbine üfleyeceğim,
Korkular kaybolacak.
İçindeki ateşi yatıştıracağım,
Huzurun sesini duyasın diye.
Ellerine üfleyeceğim,
Yaratmanın gücünü hatırla.
Ayaklarını toprağa bırakacağım,
Geçmişin ağırlığını geride bırak.
Sonra seni dünyaya çevireceğim.
Omurganı düzelteceğim,
Daha dik, daha güçlü durasın diye.
Ve sen ağlayacaksın.
Sonra uyuyacaksın.
Uyandığında orada olacağım,
Sana gülümseyeceğim.
Sen de bana gülümseyeceksin.
Birlikte ateşin başına oturacağız.
Doğanın kalbine sesleneceğiz.
Ormana arzularını haykıracağız.
Ateş, rüzgar, sular, dağlar
Hepsi yankıyı fısıldayacak.
Ve biz, birlikte umut yaratacağız.
Ateşin önünde eğileceğiz.
Görünür, görünmez koruyuculara
Teşekkür edeceğiz.
Ve kendimize teşekkür edeceğiz.
Kendimize teşekkür edeceğiz.
Kendimize teşekkür edeceğiz.
Kim bilir… Belki de bazı sözler, okunduğunda değil, yaşandığında şiirdir. Bu metin bana susarak ses verdi; sustuğum yerde içimde bir yer konuşmaya başladı. Her kelime, içimde sakladığım ya da görmezden geldiğim bir adım gibi hissettirdi.
Ve sonunda kendimle karşılaştım. Çünkü bazı metinler bize dışarıdan değil, içimizden seslenir. Onları anlamak için değil, hissetmek için okumalıyız.
Belki siz de okurken, kendi sessizliğinizde onun sesini duyarsınız. Ve eğer duyarsanız, bilin ki siz de o ateşten geçmeye hazırsınız.