İslam’ı anlamak, onu yalnızca bir inanç sistemi olarak değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi olarak ele almakla mümkündür. Günümüzde “Müslüman” ve “Mümin” kavramları sıkça birbirinin yerine kullanılsa da, bu iki kelime aslında farklı anlamlar taşır. Mümin, Allah’a ve ahirete kesin bir şekilde iman eden, kalbinde bu imanı taşıyan kişidir. Müslüman ise, bu imanı davranışlarıyla, hayatına yansıtarak yaşayan kişidir.
Ancak bugün, Müslüman olmanın şartları konusu giderek tartışmalı hale gelmiştir. Bir kişinin kelime-i şehadet getirmesi, dış dünyada Müslüman olarak tanınması için yeterli görülürken, onun gerçekten İslam’ı yaşayıp yaşamadığı, imanını ahlakıyla tamamlayıp tamamlamadığı büyük bir soru işareti olarak kalmaktadır.
Müslümanlık Formdan İbarettir mi?
İslam’ın özüne bakıldığında, Müslümanlığın yalnızca belirli ritüelleri yerine getirmekten ibaret olmadığı açıktır. Günümüzde Müslümanlık sıklıkla şekilci bir düzleme oturtulmuş ve bir kimlik meselesine indirgenmiştir. Ancak İslam, yalnızca Arap kültürünün yansımalarından ibaret değildir; aksine, evrensel ahlak ilkeleriyle insanı merkeze alan bir dindir.
Ne zaman gerçek Müslüman oluruz? Bunun cevabı, kültürel kalıpları ve şekilciliği aşarak, İslam’ın ruhuna sadık kalmakta yatmaktadır. Bu noktada karşımıza birkaç temel mesele çıkar:
İslam’ın ilk yayıldığı coğrafya Arap Yarımadası olduğu için, zamanla Arap kültürünün birçok unsuru dinin içine sızmış ve onun asli bir parçası gibi algılanmıştır. Bu durum, dini bir inanç ve ahlak sistemi olarak yaşayan bir Müslüman ile sadece kültürel kimlik olarak benimseyen kişiler arasındaki farkı daha da belirgin hale getirmiştir.
Özellikle Emevi döneminde, İslam’ın özüne yabancı birçok unsur siyasi ve kültürel nedenlerle dine entegre edilmiştir. Bu süreçte İslam, birçok noktada Arap kültürünün baskın unsurlarıyla harmanlanarak şekilci bir yapıya evrilmiştir. Günümüzde de, dindarlık çoğu zaman Arapça kelimeler kullanmak, belirli gelenekleri sürdürmek gibi yüzeysel eylemlerle ölçülmekte, oysa İslam’ın özü olan adalet, merhamet ve insan hakları geri plana atılmaktadır.
Gerçek Müslümanlık, İslam’ı kültürel unsurlardan arındırıp evrensel bir hakikat olarak kavramaktan geçer.
İslam’ın temel prensiplerinden biri adalettir. Ancak günümüz Müslüman toplumlarında adalet duygusu çoğu zaman şekilsel ibadetlerin arkasında gölgelenmektedir. Kendi menfaatleri doğrultusunda başkalarının haklarını çiğneyen, rüşveti, torpili, zulmü normalleştiren bir kişi, ne kadar ibadet ederse etsin İslam’ın ruhuna uygun bir hayat sürüyor denemez.
Eğer bir kişi, İslam’ın emirlerini yerine getirirken diğer yandan insanların haklarını çiğniyor, kul hakkına riayet etmiyorsa, o kişi dış dünyada “Müslüman” olarak tanınsa bile gerçek anlamda İslam’ı yaşamıyor demektir. Bu yüzden, bir insanın namaz kılması kadar, borcunu zamanında ödemesi, kimseyi aldatmaması, yalan söylememesi, ahde vefalı olması gibi ahlaki değerler de bir Müslüman için olmazsa olmazdır.
Gerçek Müslüman, bir insanın hukukunu, yerde duran sıradan bir Arapça yazıdan daha fazla önemseyen kişidir.
Kur’an, insanı “eşref-i mahlûkat” (yaratılmışların en şereflisi) olarak tanımlar. Ancak, günümüz Müslümanlarının önemli bir kısmı, namaz kılmayı ya da oruç tutmayı titizlikle uygularken, bir insanın kalbini kırmayı pek umursamaz hale gelmiştir.
Halbuki bir insanı incitmek, onun kalbini kırmak, İslam’ın en büyük ahlaki prensiplerine aykırıdır. İslam, insan onurunu koruma üzerine inşa edilmiştir ve Hz. Peygamber, hayatı boyunca en büyük hassasiyeti insanlara karşı nazik olmaya, onların haklarını gözetmeye göstermiştir.
Ne zaman gerçek Müslüman oluruz? Bir insanın kalbini kırmayı, domuz eti yemek kadar büyük bir haram olarak gördüğümüzde. Çünkü İslam, sadece belli haramları yasaklayan değil, aynı zamanda insanın kalbini ve onurunu korumayı emreden bir dindir.
Sonuç: İslam’ın Ruhunu ve Ahlakını Yaşamak
Müslüman olmak, sadece kelime-i şehadet getirmekle ya da namaz kılmakla tamamlanmaz. Gerçek Müslümanlık, iman ile ahlakı birleştirebilmektir. Eğer bir kişi İslam’ın sadece ritüellerini yerine getiriyor, fakat ahlak ve insan hakları konusunda İslam’ın temel ilkelerini ihlal ediyorsa, o kişi İslam’ı tam anlamıyla yaşamıyor demektir.
Gerçek Müslümanlık;
İslam’ı kültürel kalıplardan arındırmak,
İnsan haklarını ve hukuku gözetmek,
Merhameti ve adaleti hayatın merkezine koymaktır.
İslam’ın özünü anlamak için şekilcilikten öteye geçip, onu bir ahlak ve adalet sistemi olarak benimsemek gerekir. Ancak o zaman, Müslümanlık sadece bir kimlik ya da etiket olmaktan çıkar ve gerçekten hayata yansıyan bir inanç sistemine dönüşür.