ir gün fark ediyorsun: Hiçbir şey söylemediğin halde için tıklım tıklım dolu. Sessizliğin ağırlığı, söylediklerinden daha yüksek bir sesle konuşuyor. Oysa sanıyoruz ki yük, sırtımızda taşıdığımız şeydir. Değil. Asıl ağırlık, kenara attıklarımızda birikir.
Ortada hiçbir şey yok sanıyoruz; ama bütün ağırlık, görmezden geldiklerimizin kıyısında yığılıyor.
“Hayatın yükü kenara atıldıkça ağırlaşır.”
Bu cümleyi düşündükçe ürperiyorum. Çünkü farkına varmadan, her gün bir parça daha ekliyoruz o yığına: Söylenmemiş sözleri, ertelenmiş yüzleşmeleri, kırılmış kalpleri…
Görünmeyen bir kasa gibi biriktiriyoruz hepsini. En ufak bir sarsıntıda devriliyor ve o yük bir anda üstümüze çöküyor. Sonra şaşırıyoruz:
“Ben neden böyle hissettim?”
Hissetmen gerekiyordu. Çünkü kenara attıklarımız, aslında bizi biz yapan şeyler. Ne kadar uzun süre görmezden gelirsek, geri döndüğünde o kadar ağır geliyor. Biz büyüdükçe yüklerimiz küçülmüyor; sadece daha ustaca saklıyoruz.
Kırıldığımızı söylemek yerine “Önemli değil.” diyoruz.
Yalnız hissettiğimizde “Alıştım.” diye geçiştiriyoruz.
İçimiz daraldığında doktora gidip “Sebebi yok, sadece yorgunum.” diyoruz.
Çünkü yükü ortaya koymanın ayıp, şımarıklık ya da zayıflık sayıldığı bir dünyanın çocuklarıyız hepimiz.
Oysa hayat omzumuza bir anda çöküp bizi yere sermiyor.
Yavaş yavaş oluyor her şey:
Bir gün susuyorsun,
Ertesi gün “Boş ver.” diyorsun,
Sonra “Zaten kimse anlamaz.” deyip tamamen içine atıyorsun.
Ve fark etmeden, yükü sırtına değil kenara bırakıyorsun.
Ta ki bir gün, o kenar taşıyamayacağı kadar dolana dek…
Hayatın yükü çoğu zaman göz önünde değildir. Sessizce bir köşeye bırakılır; öylesine kenara atılır ki farkına varmak yıllar alabilir. Küçük pişmanlıklar, söylenemeyen sözler, görmezden gelinen kırgınlıklar… Her biri bir taş gibi yığılır omuzlarımıza. Başlangıçta hafif gelir; belki fark etmezsiniz bile. Ama zamanla o görünmez ağırlık, yaşamın merkezine sızar ve kendini hatırlatır.
Bir arkadaşım anlatmıştı:
“Babamla konuşamadığım, kaçtığım o öğleden sonra içimde hiçbir ağırlık hissetmedim. Ama yıllar sonra aynı sessizlik yeniden karşıma çıktı. O yük hâlâ duruyor… ve artık konuşacak bir babam da yok.”
Onu dinlerken, kenara atılmış bir duygunun insanı nasıl yıllar sonra yakaladığını gördüm. Bazı yükler sadece birikir; bazıları ise geç kalmışlık hissiyle ömür boyu taşınır.
İşte hayatın yükü böyledir; fark etmeden büyür.
İnsanlar çoğunlukla yüklerini ertelemeyi seçer. “Bugün hallederim, yarına bırakayım.” dedikçe biriken sorumluluklar, geçmişin hayaletleri gibi geri döner. Ve yük, fark edildiğinde daha da ağır gelir.
Üstelik yük sadece bireysel değildir; ailelerin, dostlukların, hatta toplumun da yükü vardır. Bir arkadaşın sırlarını taşımak, bir ailenin sessiz acılarını saklamak, beklentilerin baskısını omuzlamak… Bunlar da kenarlarda fark edilmeden birikir ve bir gün taşar.
Bazen gözlerimizi kapatır, sessizce otururuz. Sanki yalnızca bir günü değil, bütün hayatımızı düşünür, tartarız. Hayat, kendini en küçük sahnelerde gösterir; farkında olmadan taşıdığımız yükleri işte böyle anlarda yüzümüze çarpar.
Belki de en cesur adım, kenara attığımız bu yükleri fark etmek ve onlarla yüzleşmektir. Çünkü yüzleşmek; kabullenmektir, kendimize karşı dürüst olmaktır. Yükleri biriktirmek yerine onlarla ilgilenmek, konuşmak, çözmek belki de yaşamı yeniden hafif kılar.
Hayatın yükünü kenara atmak kolaydır.
Ama ağırlaşan o yüklerin sorumluluğuyla yaşamak zorundasınız.
O yüzden bugün bir taş alın omzunuzdan, bir kırgınlığı konuşun, bir öfkeyi bırakın. Çünkü yüklerin ağırlığı, ancak fark ettiğinizde ve sahip çıktığınızda azalır.
Unutma: Yükler sen fark ettikçe hafifler, yok saydıkça büyür.
Biriktirdiğin her sessizlik, bir gün sesin olacak. Ya sen konuşursun, ya hayat konuşturur.