ENFLASYON GÖLGESİNDE ADİL GELİR DAĞILIMI

Yayınlama: 30.12.2025
8
A+
A-

Yıllardır Türkiye, enflasyon belasıyla karşı karşıyadır.

Zaman zaman düşüş eğilimi gösterse de, ekonomik kırılganlıklar arttığında doymak bilmeyen bir canavar gibi yeniden hortlar.

Bu tablo, gelir dağılımındaki dengesizliği daha da derinleştirerek sabit gelirli kesimleri en ağır biçimde etkilemektedir.

Enflasyon elbette uzun süredir ülkemizin en önemli meselelerinden biridir; ancak özellikle son beş yılda aldığı hâl, geçmiş dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde acımasızdır.

Geçmişte ekonominin bir ritmi, hayatın ise bir nezaketi vardı.

Kimse bir gecede her şeyin değişeceği endişesiyle sabaha uyanmazdı.

Hayat daha öngörülebilir, beklentiler daha makuldü.

Bugün ise bu ritim bozulmuş durumda.

Yerini derin bir belirsizlik aldı.

Geldiğimiz noktada tahmin edilebilirlik neredeyse tamamen kayboldu.

Eskiden enflasyonun bir seyri vardı; işçilerin ve memurların zamlı maaş beklentisi hayatın olağan akışıyla uyumluydu.

Bugün ise asgari ücret zammı daha cebe girmeden, hatta yalnızca beklentisi bile etiketlerin değişmesine yetiyor.

Bu durum, paranın alım gücünü henüz harcanmadan eritiyor.

Ekonominin kalbinde yer alan üretim süreci ise ciddi bir maliyet kıskacı altında.

Eskiden geçimlik tarım ya da küçük ölçekli üretim birçok aileyi ayakta tutardı.

Bugün ise mazot, gübre ve ilaç gibi temel girdiler sürekli artıyor.

Üretici ne ekeceğini, nasıl devam edeceğini kestirmekte zorlanıyor.

Üreticinin tarladan çıkış fiyatı ile marketteki fiyat arasındaki uçurum, yani fiyat makası, hem çiftçiyi hem de sabit gelirli tüketiciyi aynı anda mağdur ediyor.

Kazananın kim olduğu belirsiz, kaybedenin ise hep aynı olduğu bir tabloyla karşı karşıyayız.

Yaşadığımız bu dengesizliğin temelinde aslında bir ücret–fiyat sarmalı yatıyor.

Fiyatlar artıyor, geçinebilmek için ücretlere zam yapılıyor; işveren bu zamlı maaşı ödeyebilmek adına mal ve hizmetlere yeniden zam yapmak zorunda kalıyor.

Döngü başa sarıyor ancak reel alım gücü bir türlü yükselmiyor.

Bu sarmal, dar gelirliyi bitmek bilmeyen bir kovalamacanın içine hapsediyor.

Toplumun ekonomik dokusundaki en belirgin değişim ise gelir dağılımındaki dengesizliğin giderek artmasıdır.

Bir yanda yeni yıl zamlarıyla lüks tüketimin fiyatlarını dert etmeyen ya da bunu hiç düşünmeyen bir kesim;

diğer yanda maliyetler altında ezilen çiftçi ve tenceresini kaynatmakta zorlanan emekli var.

Bu uçurum artık yalnızca ekonomik bir veri değil, ciddi bir sosyal maliyete dönüşmüş durumda.

Bugün işçi, çiftçi ve esnaf aynı istikrarsızlık şemsiyesi altında ayakta kalmaya çalışıyor.

İşçi zammın ne zaman eriyeceğini hesaplıyor,

çiftçi hasattan elde edeceği gelirin seneye tohum almaya yetip yetmeyeceğini bilmiyor,

esnaf ise sabah sattığı malı akşam aynı fiyata yerine koyup koyamayacağını kestiremiyor.

Ortak paydamız ne yazık ki bu belirsizlik hâli oldu.

Gelinen noktada mesele yalnızca rakamların büyüklüğü değildir.

Asıl mesele, güvenin ve dengenin yeniden inşa edilmesidir.

Gerçek refah; yalnızca bir kesimin bolluk içinde yaşamasıyla değil, toplumun tamamının yarınından endişe duymadan hayatını sürdürebilmesiyle mümkündür.

Bu da ancak gelir dağılımını dengeleyen, emeği ve üretimi koruyan politikalarla sağlanabilir.

Çünkü gelir dağılımındaki denge, ekonomik istikrarın ve toplumsal huzurun temel şartıdır.

2025’in zorluklarını geride bırakırken, 2026’nın hepimiz için daha istikrarlı ve umut dolu bir yıl olmasını diler, yeni yılınızı içtenlikle tebrik ederim.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.