Çocukken düşlerimizi ayakta tutan şey buydu; büyüdükçe yaralarımızı saracak tek çare gibi göründü. Oysa zaman geçtikçe anladım ki, sadece sevilmek bazen yetmiyor. Çünkü sevgi, ne kadar derinse de, insan ruhunun bütün susuzluğunu tek başına gideremiyor.
İnsanın kalbi, yalnızca sevilmekle yetinmez; anlaşılmadığında hep yarım kalır. Varoluşun en eski sorularından biri de budur: Sevilmek mi yeter, yoksa anlaşılmak mı? Sevilmek, başkasının bakışında kendini görmek demektir; ama çoğu zaman o bakış yüzeyde kalır. Anlaşılmak ise insanın en derin köşelerine dokunur; kelimeler değil, sessizlik bile yeter. Eğer yalnızca sevilmek yeterli olsaydı, bugün bu kadar çok insan hâlâ eksiklik hissediyor olmazdı.
Bazen bir anne, baba düşünün; çocuğunu sever, kollar ama onu dinlemez. Çocuk sevgiyi hisseder, ama anlaşılmadığında kendini yalnız hisseder. Aynı durum dostluklarda da geçerlidir. Yanımızda biri bizi çok sever, ama sessizliğimizin farkında değilse, en yakınımızla bile yabancı gibiyizdir. Sevilmek vardır, ama anlam eksiktir.
Sevilmek anlık bir duygu olabilir; anlaşılmak ise zaman ister. İnsanlar zamanla açılır, kalplerinin katmanlarını gösterir. Bazen yıllar süren bir yolculuk gerekir, yalnızca anlaşılmak için. Çünkü sevilmek ruhu ısıtır, ama insanın derin açlığını doyuran şey anlaşılmaktır. Eğer yalnızca sevilmek yetseydi, kalabalıklar içinde bu kadar çok yalnız kalmazdık.
Ve işte burada, küçük bir dünya turu yapalım bence. Japonya’da sevgi genellikle sessiz bir şekilde ifade edilir; kucaklama ve öpücük yerine, bakışlar çoğu zaman her şeyi anlatır. Latin Amerika’da ise insanlar sevdiklerini sarmaktan geri durmaz; sokakta yürürken bile bir sarılma, bir “nasılsın?” ile sevgilerini gösterirler. İsveç’te insanlar birbirini sever ama mesafeyi korur; bazen o sessizlik, “beni anlıyor musun acaba?” diye düşündürür. Ve tabii Akdeniz ülkeleri… sıcak, samimi, bazen de biraz yüksek sesle sevgi gösterirler; ama derinlerdeki kırılganlığı fark etmezlerse, sevilmek yetmez. İşin ilginci, hangi ülkede olursanız olun, insanın kalbi hâlâ aynı soruyu sorar: “Anlaşılacak mıyım?”
Tarih ve sanat da bunu bize hatırlatır. Büyük sanatçılar ve düşünürler çoğu kez sevgi görmüştür; ama gerçek değerlerini ancak anlaşıldıklarında bulmuşlardır. Van Gogh’ un tabloları yaşarken belki sevilmişti, ama anlaşılmamıştı. Bugün adı, eserlerinin ruhuyla birlikte yankılanıyor; çünkü anlaşılmak, sevilmekten çok daha kalıcı bir bağ yaratıyor.
Hadi bakalım, hangimiz itiraf edebilir ki yalnızca sevilmek bize yetiyor? Ben itiraf edeyim: Bazen sevildiğimi bilmek yetmiyor; içimdeki sessiz çığlığı gören bir bakışa ihtiyaç duyuyorum herkes gibi.
Varoluş, yalnızca sevilme arzusuyla sınırlı olsaydı, hayat çok daha sade ama yüzeysel olurdu. İnsan sevilerek değer bulur, evet; fakat anlaşılmadan tamamlanmaz. Sevilmek dışarıdan gelen bir onaydır, anlaşılmak ise içeriden yankılanan bir hakikattir. Bu yüzden sevilmek çoğu zaman teselli eder; ama anlaşılmak insanı gerçek anlamda özgürleştirir.
Sevilmek bir başlangıçtır; yolculuğun tamamı değildir. Birini sevdiğini söylemek kolaydır; asıl mesele onu dinlemek, anlamak ve yanında çoğalmasına izin vermektir. Sevilmek yeterli olsaydı, kırgınlıklar bu kadar derinleşmez, anlaşılmayan cümleler kalplerin içinde susup büyümezdi.
Belki de bu yüzden, sevgiyle birlikte en çok aradığımız şey “görülmektir. Sözlerimizin ardındaki sessizliği, gülüşümüzün altındaki gölgeyi, güçlü görünürken bile kırılganlığımızı fark edecek bir bakışa ihtiyaç duyarız.
Ve bütün sorunun özü şudur: Sevilmek tek başına güzel ama eksiktir; insanı bütün kılan şey, hem sevilmek hem de gerçekten anlaşılmaktır.
Hadi yine herkesin ortak itiraflarıyla yazımızı sonlandıralım: Bazen biz de çocuk oyunlarına geri döneriz; Lego taşlarını dizer, oyuncak arabaları sıraya dizer veya çizgi film karakterleriyle kendi küçük hikâyelerimizi kurarız. Sevilmek evrensel bir ihtiyaçtır, anlaşılmaksa insanlığın gizli arzusu. Bu yüzden hepimiz bazen sessizce kendi dünyamıza dalar, küçük detaylarda kayboluruz; ama hâlâ kimse bunları fark etmiyor, anlamıyor ve neden böyle hissettiğimizi sorgulamıyor. Ve en komik tarafı? Bazen büyüdükçe bile bu küçük oyunlarımızı bırakmamamız!